Cadıların Yakılması
Tarihte ilk olarak eski Roma’da karşımıza çıkan
cadıları Ortaçağ boyunca ve yakın tarihe kadar
Avrupa’nın her ülkesinde ve yakın bir döneme kadar
da Güney Afrika’da bulmak mümkün. 430′lu yıllarda
büyü, iyi veya kötü bir özellik taşıyıp taşımamasına
bakılmaksızın şeytanla yapılmış bir anlaşmanın
sonucu olarak kabul edildi; oysa eski Roma’da sadece
kötü büyüler bir yargı suçu sayılıyordu. Büyünün suç
sayılmaya başlaması ile cadı avcılığının temelleri de
atılmış oluyordu. Teolog B.von Worms (965-1025)
cadıların şeytanla işbirliğine girdiğini ve
Hıristiyanlığa karşı savaşan kafirler olduğunu
açıkladı. Bu, özel olarak kadınları ifade etmemesine
rağmen kadınların maruz kaldıkları bir suçlamaydı.
Yasal olarak ilk cadı yargılanması 1204 yıllında
gerçekleşti.
1080 yılında Papa Gregor VII yaşanan büyük bir doğa
felaketinin ardından yaptığı açıklamada bu olayın
tanrının bir cezası olduğunu, ölmüş olan suçsuz
kurbanların intikamı sonucu geliştiğini ve sadece bu
öfkenin giderek artacağını ifade etmesinden sonra
1115 yıllında otuz kadın aynı günde yakılmıştır. 1585
yılında Trier’de o kadar çok kadın cadılık suçlaması ile
yakılmıştı ki, iki köyde sadece iki kadın kalabildi.
1630 yılında ise Würzburg Bischof’u 1200 kadın ve
erkeğin yakılmasına neden oldu. Toplu halde cadıların
yakılması veya linç edilmesi olaylarının benzerlerini
tarihde sıkça görmek mümkündür. Bu sayı bazen bir
kaç ay içinde 250′den fazla kurbanı kapsamaktaydı.
Bazı tek olaylarda sayı 500′ü bile buluyordu.
Bu dönemde cadı olarak yakılan, tarihe geçen ünlü
kadınlardan Jeand’Arc kendi geleceğini saplamak
isteyen diğer kadınların kaderini paylaşacak ve
cadılık suçlaması ile 1430 yılında 30 yaşında iken
yakılacaktı, tıpkı Agner Bernauer gibi.
Kadın figürü Hırıstiyanlık’ta şeytanın pek çok
özelliğini içinde taşır, aynı özellikleri Islam ve
Hinduzim’de de görmek mümkündür. Ayrıca cinsler
arasındaki ayrım nedeni ile de kadınlar belirgin
olarak cadılık suçlaması ile karşılalıyorlar. Cadı olarak
yargılanan kadınların büyük bir kısmı yaşlı, dul
kadınlardır. Yaşlı kadınlar erkek kontrolü altında
yaşama dönemlerini geçirmiş, rahat hareket eden
kadınlardı. Dul kadınları ise denetleyecek erkekler
yoktu. Bu kadınlar ebelik, çocuk ve hastabakımı ile
ilgileniyorlardı. Bu nedenle diğer kadınlar üzerinde
belli etki kazanıyorlardı. Bütün bu özellikleri onları
yeterince tehlikeli bir duruma getirmeye yetiyordu.
15. yy’da Papa cadıların gece uçtuğunu söylediği için,
gece sokakta yalnız yürüyen yaşlı kadınlar şeytanın
toplantısına gitmekle suçlanabiliniyordu. Kadınların
süpürge ile uçtukları idda edilen bu yıllarda Leonardo
de Vinci ilk uçak modelini çiziyor ama uçma denemesi
başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
14. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da cadı
sözcüğünün anlamı epeyce değişti. O sırada Avrupa,
nüfusunun dörtte birinin ölümüne neden olan korkunç
kara ölümün (Veba) sarsıntısı içindeydi; kutsal kitapta
(Tevrat-Incil) sözü edilen kıyamet gününün yaklaştığı
kanısındaydı. Yoksullar kilise ve soyluların
baskısından kurtularak, Hırıstiyanlıkla ile daha eski
gelenekleri kaynaştıracak yeni topluluklar
oluşturmaya çalışıyorlardı. Devletlerin ve kiliselerin
bu olaylara karşı tepkisi acımasız oldu. Kendilerine
karşı gelen ya da farklı düşüneneleri - kafir-
yakalıyarak işkence ile öldürdüler. Cadılar tüm
kafirlerle birlikte kilisenin baş düşmanları ilan
edildiler. Bunları ortadan kaldırmak için, Engizisyon
adı verilen kiliseye bağlı mahkemeler kuruldu.
Dönemin din adamları cadıların işledikleri ileri
sürülen suçları içeren korkunç bir liste hazırladılar. Bu
listede cadıların, şeytanla iş birliği yaparak ruhlarını
satmakla doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın
törenlerine katılmak için geceleri süpürgelerine binip
uçtukları, hayvanlarla ilişki gerçekleştirdiği;
Cumartesi günleri yemekli toplantılar düzenledikleri,
çocukları şeytanın buyruğu ile çiğ çiğ yedikleri gibi
akıl almaz suçlamalar yer alıyordu. Kiliselerde cadı ve
kafirlere karşı toplatıların yapıldığı bu dönemde
Yahudilere karşı da aynı amaçla toplantılar
yapılıyordu. Cadıların Cumartesileri -Yahudilerin
kutsal gününde- yaptıkları idda edilen toplantıları,
onların su kuyularını Yahudilerle birlikte cüzzam
virusu ile zehirledikleri iddaları, Yahudi ve cadı
adının birlikte anılmasını, Yahudi düşmanlığının
kökenini de göstermektedir.
Katolik Kilisesi cadılık ve onların cezalandırılması
fikrini sömürgecilikle birlikte dünyanın geniş bir
bölgesine kendisi ile birlikte götürdü. 17. yy’da
Ingiltere’de Oliver Crowell, Matthew Hopkıns adında
bir generali cadıları yakmakla görevlendirdi. Cadı
avcılığı 18. yüzyılın ortalarına kadar Iskoçya’da sürdü.
ABD’de 1692′de Massachussetts eyaletindeki Salem’de
birçok kişi cadılıkla suçlanarak yargılandı ve asıldı.
1996 yılında Güney Afrika’da 300 insan cadılık
suçlamasıyla yerel mahkemelerde yargılanıp
öldürüldü; Nelson Mandela buradan kaçan insanlar
için Pietersburg’da mülteci kampı oluşturdu. Batı
Afrika ülkelerinde meydana gelen tetanos salgını
üzerine çocuk ölümlerinin yükselmesinden sonra
hükümet radyodan yaptığı açıklamada ölümlerden
cadıları sorumlu tuttu, ardından pek çok yaşlı kadın
cadılık suçlaması ile öldürüldü.
Fransız devrimcisi J. Michhelt (1789- 1874) cadıları
halkın doktorları olarak niteliyor ve onların
feodalizmin bir kurbanı olduğunu belirtiyordu.
Etnolog Malinowski cadıların yakılması olayının
toplumların kriz dönemlerinin bir sonucu olduğunu
belirtiyor.
cadıları Ortaçağ boyunca ve yakın tarihe kadar
Avrupa’nın her ülkesinde ve yakın bir döneme kadar
da Güney Afrika’da bulmak mümkün. 430′lu yıllarda
büyü, iyi veya kötü bir özellik taşıyıp taşımamasına
bakılmaksızın şeytanla yapılmış bir anlaşmanın
sonucu olarak kabul edildi; oysa eski Roma’da sadece
kötü büyüler bir yargı suçu sayılıyordu. Büyünün suç
sayılmaya başlaması ile cadı avcılığının temelleri de
atılmış oluyordu. Teolog B.von Worms (965-1025)
cadıların şeytanla işbirliğine girdiğini ve
Hıristiyanlığa karşı savaşan kafirler olduğunu
açıkladı. Bu, özel olarak kadınları ifade etmemesine
rağmen kadınların maruz kaldıkları bir suçlamaydı.
Yasal olarak ilk cadı yargılanması 1204 yıllında
gerçekleşti.
1080 yılında Papa Gregor VII yaşanan büyük bir doğa
felaketinin ardından yaptığı açıklamada bu olayın
tanrının bir cezası olduğunu, ölmüş olan suçsuz
kurbanların intikamı sonucu geliştiğini ve sadece bu
öfkenin giderek artacağını ifade etmesinden sonra
1115 yıllında otuz kadın aynı günde yakılmıştır. 1585
yılında Trier’de o kadar çok kadın cadılık suçlaması ile
yakılmıştı ki, iki köyde sadece iki kadın kalabildi.
1630 yılında ise Würzburg Bischof’u 1200 kadın ve
erkeğin yakılmasına neden oldu. Toplu halde cadıların
yakılması veya linç edilmesi olaylarının benzerlerini
tarihde sıkça görmek mümkündür. Bu sayı bazen bir
kaç ay içinde 250′den fazla kurbanı kapsamaktaydı.
Bazı tek olaylarda sayı 500′ü bile buluyordu.
Bu dönemde cadı olarak yakılan, tarihe geçen ünlü
kadınlardan Jeand’Arc kendi geleceğini saplamak
isteyen diğer kadınların kaderini paylaşacak ve
cadılık suçlaması ile 1430 yılında 30 yaşında iken
yakılacaktı, tıpkı Agner Bernauer gibi.
Kadın figürü Hırıstiyanlık’ta şeytanın pek çok
özelliğini içinde taşır, aynı özellikleri Islam ve
Hinduzim’de de görmek mümkündür. Ayrıca cinsler
arasındaki ayrım nedeni ile de kadınlar belirgin
olarak cadılık suçlaması ile karşılalıyorlar. Cadı olarak
yargılanan kadınların büyük bir kısmı yaşlı, dul
kadınlardır. Yaşlı kadınlar erkek kontrolü altında
yaşama dönemlerini geçirmiş, rahat hareket eden
kadınlardı. Dul kadınları ise denetleyecek erkekler
yoktu. Bu kadınlar ebelik, çocuk ve hastabakımı ile
ilgileniyorlardı. Bu nedenle diğer kadınlar üzerinde
belli etki kazanıyorlardı. Bütün bu özellikleri onları
yeterince tehlikeli bir duruma getirmeye yetiyordu.
15. yy’da Papa cadıların gece uçtuğunu söylediği için,
gece sokakta yalnız yürüyen yaşlı kadınlar şeytanın
toplantısına gitmekle suçlanabiliniyordu. Kadınların
süpürge ile uçtukları idda edilen bu yıllarda Leonardo
de Vinci ilk uçak modelini çiziyor ama uçma denemesi
başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
14. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da cadı
sözcüğünün anlamı epeyce değişti. O sırada Avrupa,
nüfusunun dörtte birinin ölümüne neden olan korkunç
kara ölümün (Veba) sarsıntısı içindeydi; kutsal kitapta
(Tevrat-Incil) sözü edilen kıyamet gününün yaklaştığı
kanısındaydı. Yoksullar kilise ve soyluların
baskısından kurtularak, Hırıstiyanlıkla ile daha eski
gelenekleri kaynaştıracak yeni topluluklar
oluşturmaya çalışıyorlardı. Devletlerin ve kiliselerin
bu olaylara karşı tepkisi acımasız oldu. Kendilerine
karşı gelen ya da farklı düşüneneleri - kafir-
yakalıyarak işkence ile öldürdüler. Cadılar tüm
kafirlerle birlikte kilisenin baş düşmanları ilan
edildiler. Bunları ortadan kaldırmak için, Engizisyon
adı verilen kiliseye bağlı mahkemeler kuruldu.
Dönemin din adamları cadıların işledikleri ileri
sürülen suçları içeren korkunç bir liste hazırladılar. Bu
listede cadıların, şeytanla iş birliği yaparak ruhlarını
satmakla doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın
törenlerine katılmak için geceleri süpürgelerine binip
uçtukları, hayvanlarla ilişki gerçekleştirdiği;
Cumartesi günleri yemekli toplantılar düzenledikleri,
çocukları şeytanın buyruğu ile çiğ çiğ yedikleri gibi
akıl almaz suçlamalar yer alıyordu. Kiliselerde cadı ve
kafirlere karşı toplatıların yapıldığı bu dönemde
Yahudilere karşı da aynı amaçla toplantılar
yapılıyordu. Cadıların Cumartesileri -Yahudilerin
kutsal gününde- yaptıkları idda edilen toplantıları,
onların su kuyularını Yahudilerle birlikte cüzzam
virusu ile zehirledikleri iddaları, Yahudi ve cadı
adının birlikte anılmasını, Yahudi düşmanlığının
kökenini de göstermektedir.
Katolik Kilisesi cadılık ve onların cezalandırılması
fikrini sömürgecilikle birlikte dünyanın geniş bir
bölgesine kendisi ile birlikte götürdü. 17. yy’da
Ingiltere’de Oliver Crowell, Matthew Hopkıns adında
bir generali cadıları yakmakla görevlendirdi. Cadı
avcılığı 18. yüzyılın ortalarına kadar Iskoçya’da sürdü.
ABD’de 1692′de Massachussetts eyaletindeki Salem’de
birçok kişi cadılıkla suçlanarak yargılandı ve asıldı.
1996 yılında Güney Afrika’da 300 insan cadılık
suçlamasıyla yerel mahkemelerde yargılanıp
öldürüldü; Nelson Mandela buradan kaçan insanlar
için Pietersburg’da mülteci kampı oluşturdu. Batı
Afrika ülkelerinde meydana gelen tetanos salgını
üzerine çocuk ölümlerinin yükselmesinden sonra
hükümet radyodan yaptığı açıklamada ölümlerden
cadıları sorumlu tuttu, ardından pek çok yaşlı kadın
cadılık suçlaması ile öldürüldü.
Fransız devrimcisi J. Michhelt (1789- 1874) cadıları
halkın doktorları olarak niteliyor ve onların
feodalizmin bir kurbanı olduğunu belirtiyordu.
Etnolog Malinowski cadıların yakılması olayının
toplumların kriz dönemlerinin bir sonucu olduğunu
belirtiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder